19 Mayıs 2012 Cumartesi

VAR



Şu senin bulutsu sesin var ya
Uçtan uca tersyüz ediyor geceyi


Yataklar var konuşmak için
Öpüşmek için telefon kulübeleri


Güneşler var, yıldızlar, samanyolları,
Karpuzlar gümbür gümbür kapılarda.


Tanrılar sofrası amma karanlık
Yiyemem tek lokma yiyemem orda.


Şu senin tutkulu sesin var ya:
Ortak güzellik artı yara izi.


Tutar ellerinden kaldırırsın
Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri.


Yeni törenler gerek bize
Yeni törenler -kimi zaman en eski.


Dert etme, bütün dilleri içerir
Bitki konumu, küçükbaş hayvan sesi.


Şu senin dolayık sesin var ya
Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehçen,


Balkon demirine dayalı bir arka kadar şakacı,
İlk doyumdaki gibi yeşil elma tadında.


Kimlik denetimi yaptıktan sonra
Resimli roman okuyan bir er gibi giderici.


Şu senin alçaktan sesin var ya
Pencereler var burnumun kemiğinde sızı,


Aşklar var unutulmamak için,
Boğulmak için ilk sevgili.


                                               Cemal SÜREYA

12 Mayıs 2012 Cumartesi

BENİ ÖP SONRA DOĞUR BENİ

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

                                          Cemal SÜREYA

4 Mayıs 2012 Cuma

MUTSUZLUK GÜLÜMSEYEREK


Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir;
Banliyo treninde rastladığımız
Sınav saatini kaçırmış liseli kız,
Hep kazanırsın ey çözümsüzlük!

Ey otobüssever ey Troya yolcusu!
Anımsarsın günlerce konuşup durmuştuk
O İB(ipekböceği) sesli kadını;
Birinin Gröland'ı olmaya hazırlanıyordu.

İki çay söylemiştik, biri açık,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

                                                                   Cemal SÜREYA

26 Nisan 2012 Perşembe

SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?


Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum

Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

CEMAL SÜREYA 

18 Nisan 2012 Çarşamba

EŞDEĞERİYLE YAN

Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.

Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.

Hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

11 Nisan 2012 Çarşamba

ŞARAP

Saat onikiden sonra, 
Bütün içkiler
Şaraptır


CEMAL SÜREYA

ÜSTÜ KALSIN


Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

            CEMAL SÜREYA 

3 Nisan 2012 Salı

SEVGİLİM, BİR GÜNÜN..


Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor

Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.

Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Tirenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?

Geldiğimi?
Gittiğimi

Hadi!

                                                                                               Cemal SÜREYA

29 Mart 2012 Perşembe

Öperek Uyandırdım Bu Sabah Ayrılığı...


Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı. 
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım. 
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya. 
Manzaraysa ayrılığa sıfır! işte her şey hazır.. 
Acılarımla iki lafın belini kırdık. 
Yokluğunda bir kuş sütü eksik..
Yalnızlığım ve ben; seni çok bekledik... 
                                                   Cemal SÜREYA

22 Mart 2012 Perşembe

SEVGİLİM, BEN ŞİMDİ...

Sevgilim, ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim. Elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket sigara, Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden.. Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz, "Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz". Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere, O gülün yüzü gülmüyor sensiz, O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı, Hepten hüzünlü bu günlerde. Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye, Masada tabaklar neşesiz, Koridor ıssız, Banyoda havlular yalnız.. Mutfak dersen - derbeder ve pis, Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş, Vantilatör soluksuz, Halılar tozlu, Giysilerim gardropda ve şurda burda, Memo'nun oyuncak sepeti uykularda. Mavi gece lambası hevessiz, Kapı diyor ki açın beni, kapayın beni. Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi, Radyo desen sessiz, Tabure sandalyalardan çekiniyor, Küçük oda karanlık ve ıssız.. Her şey seni bekliyor, her şey gelmeni, İçeri girmeni, Senin elinin değmesini, Gözünün dokunmasını Ve her şey tekrarlıyor Seni nice sevdiğimi...
Cemal SÜREYA
 

14 Mart 2012 Çarşamba

TERASTAKİ HAVLU

Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda.Akşam üzerleri kaşılaşıyorduk, ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.Aynı terasta yan yana kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk bir kaç sözlük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da ürpertiyordu beni.Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine.
Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu.
Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.İkimizde yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında.
Oysa güneşin batışını izlemek gibi kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler.
Birbirinden kamaşmaya başlamıştı tenlerimiz dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü aramızdaki çekim.
Tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara.
O akşam terastaydık gene.Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar asılıydı uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları.Nedense her zamankinden başka bakıyordun bana.
Sonra uzulca dedin ki:
'İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde.'
Benim için yaz başlamıştı.
'Dokun öyleyse,' dedim.
Sustun.Uzun uzun baktık birbirimize.Kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde.Sonra hiçbirşey söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını.Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.
Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin baktım.Yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgârda.
Bir daha hiç rastlamadım sana, hirbir yerde hiçbir yazda.Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş.On üç yıl önce içinde uyanan isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
Birden adını hatırlamadığımı farkettim bu şiiri yazarken, ama terasta çırpınan havlunun rengi hâlâ gözlerimin
önünde.
On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde neden ansızın aklıma düştüğünü sordum kendi kendime.Sonra anladım:
Bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde.


MURATHAN MUNGAN

8 Mart 2012 Perşembe

BİLARDO TOPLARI


Ayrıldığımız gündü.
Mutfaktaydık, buzdolabının yanında, kapısı açıktı,
Her şey bambaşka görünüyordu yüzüne vuran o soğuk ışıkta
"Biliyor musun" dedin.
"Sen neye benziyorsun biliyor musun?"
Epeydir aradığın bir şeyi bulmuş olmanın hem sevinç,
Hem keder veren gizli bir an için bulandırmıştı yüzündeki tedirginliği, kırgınlığı.
Sis ışığa çıkmıştı.
Sonra yavaşça çevirip başını yüzüme baktın kuyuya düşmeye benzeyen derin bir korkuyla.
"Neye?" dedim, yan yanayken yaşadığımız ayrılığın adını sorar gibi, "Neye?"
"Bilardo toplarına."
"Neden?" dedim.
"Yazgını hep başkalarının ıstakalarının insafına bırakıyorsun da ondan..."
Bir uçurum gibi derinleşen sessizlik o an başlamıştı bile bizi birbirimizden uzaklaştırmaya.
Beni terk etmeden önce yaptığın son konuşma oldu bu.
Sonra iki arkadaşım geldi, birinin omzunda ağladım, hangisiydi şimdi hatırlamıyorum.
Sonra birlikte başka bir kente gittik,
Anlarsın ayrılığın ilk günlerinde o eve katlanamazdım,
Sonra ben başka aşklara,
Sonra başka evlerin duvarlarına başka takvimler astım.
Şimdi ne zaman birinden ayrılsam ıstakaların sesi patlıyor kulaklarımda
Ardından bilardo topları dağılıyor dört bir yana
Seni hatırlıyorum o soğuk ışıkta bir daha
Bir daha
Bir daha...

Murathan MUNGAN

3 Mart 2012 Cumartesi

Aslolan sözdür sevgili, gerisi beyhude!


Ruhuma üfleneni yazan bir kâtibim ben. Nice kelimelere gebe kalan, onları ince ince tartıp, sonunda kalemi mürekkebe batırıp yaz deneni yazan bir kâtibim...
Ben sesim, ben soluğum... Beni uykularımdan uyandıran, masaldan gerçeğe bir adım    yaklaştıran, ne olduğumu, nerden gelip nereye gittiğimi hatırlatan, mahremiyetimde insanlığın aradığı sırrı bulduğum bir nefesim.
     Leyla'yım ben, Zühre'nin duasıyım. Doğayı okur gibi, ağacı, yaprağı, insanı okur gibi okunmayı bekleyen bir  nesirim, nazımım...
     Açtım kollarımı bekliyorum. Sen gelince bahar gelecek, sen gelince yağmur duracak. Kalemle nefes bir olacak. Gece güne dönecek öyle ya!
     Aslolan sözdür sevgili, gerisi beyhude!

Sadece


 Ve en büyük başarı susmak belki de. Sana verilene sahip çıkıp susmak. İyi ya da kötü fark etmez... Tutup kolundan sen yapmak veya içine almak zamanı, aldığı nefeslerin hepsini saklamak. Ne kaldıysa ondan geriye susup koymak içinde bir yere. Belki de en zoru bu... Ertesi gün bakıp gözlerine gülümsemek sadece...

26 Şubat 2012 Pazar

ŞU ANDA

                                                        
                                                 


    Şimdi...Evet, tam olarak şu anda... Ben bu yazıyı yazarken yani...
    Bir bebek dünyaya 'merhaba' diyor olabilir. Ya da bir başka bebek ilk adımını atıyordur belki. Elinde kamerasıyla gelen bir baba küçük  kızını çekiyordur belki de. Ya da kim bilir belki az sonra koyacağım noktada bisikletinden düşecek ilk defa ve ilk yarasını alacak diz kapağına...
    Şimdi... Evet, tam olarak şu anda... Bilmediğim bir köyde, hiç tanımadığım ve belki de asla tanıyamayacağım bir amca herhangi bir fırından ekmek alıyordur belki aklında geçim kaygısıyla... Birinin gözlerinin önünden bir film şeridi misali geçiyordur belki hayat ve son saniye de olsa yaşanıyordur doyasıya, son nefese inat. Biri laboratuvarında bir buluşun son aşamalarına yaklaşıyordur belki yüreğinde büyük bir heyecanla ve yine o heyecanla binlerce âşık göz gözedir.
    Şimdi... Evet, tam olarak şu anda... Bir ressam son darbeyi vuruyordur belki tuvalde. Ne besteler, ne şiirler yaşanıyordur kim bilir. Bir köşe yazarı yarınki yazısı için başlık düşünmektedir belki de... Biri hayatının sırrını paylaşıyordur dostuyla... Ve yan mahallemde bir evde tavla atılıyordur belki... Ya da bir baş bir omza dayanmış ağlanıyordur gizli saklı...
    Tam olarak şu anda... Ben bu yazıyı yazarken yani... Senin aklından geçiyorumdur belki...
    Olamaz mı?